Ev Ödevi Belgeseli Hakkında

Ezgi Bahçetepe
4 min readMar 9, 2024

--

(Mashgh-e Shab, 1989, Abbas Kiyarüstemi)

Bu belgesel, olgubilim (fenomenoloji) çalışmasına benzemiş. Yönetmenin, ödev konusunu aslında kendi oğluyla “ödev yapma sorunu” yaşaması sebebiyle gündemine alması bana yönetmenin diğer eserlerini de düşündürmüştür.

Bu noktada, yönetmenle ilgili Kirazın Tadı filmine de değineceğim; orada da “andropoz dönemindeki bir adamın bunalımı, anlam arayışı, ölme isteği… vb.” temalar vardı. Kiyarüstemi’nin filmlerinde kendi gerçekliğinin izlerini görmenin çok doğal olduğunu Ödev belgeseli ile anlamış oldum. Yönetmenin kendi hayatında yaşadığı ve içinden çıkamadığı durumları sinema sanatı altında kamera aracılığıyla bize aktarması tüm filmlerini “entellektüel, vatanını rejimden dolayı terk etmemiş, orta doğulu erkeğin” gözünden hayatı deneyimlemek ve o erkeği anlamak gibi geliyor. Bu benim yönetmene dair izlenimimdir.

Ödev belgeseline geri dönüyorum. Ödev yapma sorumluluğunun çocukları yaşamları içinde pasifize ettiğini, kırılgan kıldığını, ev içinde ailede huzursuzluklara neden olduğunu, öğretmenlerin ailelere de ödev verdiğini belgeselde aktardılar. Bunun Türkiye’deki eğitim sisteminden pek farkı yoktu. Ben “ödev” konusunu değil de başka kısımları tartışmaya açmak istiyorum.

Okula giriş ve çıkışlarda söylenen şarkılar ve andlar:

Doğu ve Batı yok, Saddam ölsün, En muhteşem imam Ali’dir, Fatma Anamızı da analım, Şimdi Ağıt yakalım.

Ve kapanış…
Dışarıdan baktığımda çılgınca gelen sözler ve uygulamalar ilkokulda bizim de maruz kaldığımız ve hatta terbiye edildiğimiz uygulamalardır. İstiklal Marşı’nın sözleri de pek hafif değil; her gün savaştan çıkmış ve çok kan kaybettiğimiz için çok çalışmak zorunda olduğumuz ülküsünü taşıyan bir marş. Andımız yine öyle, ilkelerimizi aktarıyor. İran’dan daha iyi bir tarafımız varsa o da laikliktir. Bu sözlerin yanı sıra her gün peygambere dua ve başka zalimlere beddua ederek okula girme rutini bana ağır geldi. Belgeselde gördüklerim ve duyduklarım hem beni şaşırttı hem de şaşırabildiğim için doğu toplumlarından bihaber olduğumun utancını yaşattı. Muhtemelen Türkiye’deki bazı tarikatların okullarında bu tip uygulamalara çocuklar hala maruz kalmaktadır ve ben seküler bir genç olarak kendi ülkemin gerçekliğinden bile habersiz olarak yaşamaya devam ediyorumdur. Tüm bu uygulamalar düpedüz çocuk istismarı; beyin yıkama operasyonudur. Garip gelen şu ki, seküler bireyler bu tür istismarı devletler yapınca “kutsal” veya “ilke” olarak tanımlayabilirken tarikatlar veya dini topluluklar yapınca “beyin yıkama” veya “istismar” olarak tanımlayabiliyor. Acaba biz, bizden olmayan düşüncenin çocuklara aktarımına mı öfkeleniyoruz sadece? Yani, işin doğrusuna yanlışına bakmadan “bizden” mi, “öteki” mi diyerek mi istismarı tanımlıyoruz. İlkelerimiz bize aitse, toplumu ilkelerimize göre tasarlamak için çocuklara küçük yaştan itibaren kutsallarımızı aktarmak normal bir durum olmalı her halde. Çocukların kutsallarımıza ve ilkelerimize sahip çıkması ise onların ne kadar düzgün ve hayırlı bir vatandaş olacağının sinyallerini bize veriyor herhalde.

Yönetmenin çocuklar için pek uygun olmayan bir şekilde çocukları kayıt altına alması:

Yönetmen güneş gözlüğü takmış, yüksek koltukta, bir masanın ardından tepesinde de kameraman ve ışıkçılarla, ışıkları çocuğun üzerine çevirmiş, kendisinden cüsse olarak küçük birine bir yabancı olarak sorular soruyor. Kokutucu. Çocuğun rahatsız olduğunu görmesine rağmen çocuğu o alanda tutuyor, cevap vermeye zorluyor. Aslında suç işliyor, bunu kayıt altına da almış :) Acaba bu çocuklardan biri büyüdüğünde “Bu belgeselde beni rızam olmadan çektiler.” diye yönetmene dava açmış mıdır? Bence dava açan olmamıştır çünkü çocuklar İran gibi doğu devletlerinde <birey> olarak büyümüyor. Bir bütünün (kültür/yapı…) parçası olarak yetiştiriliyorlar. Haliyle bütünün parçası olan çocuk, belgeselin de parçasıdır, o belgesel de o toplumun sanatının parçasıdır. Dolayısıyla şikayet etmek veya ayrık olmayı istemek Farslıların yapısına uygun değil.

Diğer konu:

Belgeselden birkaç ekran görüntüsü aldım. Çocukların ödev hakkında konuşmaları üzerine. Bana ilginç gelen unsurlardan bi tanesi “dayak” konusu. Çocuk dayağı hak ettiğini düşünüyor; tokat, kemer, sopa, cetvel… fark etmez. Ödevi yapmadığında dayak atılması çok normal. Hatta öyle ki, eğer çocuğu olsaydı ve o ödevi yapmasa “babasından bile daha acımasız bir şekilde” çocuğunu disipline etme ve cezalandırma sistemini kullanacağını ifade ediyor. Yani çocuğun cezalandırılması çocuk için bile normal olmuş.

Diyelim ki eğitim sistemini değiştirdiler ve daha yaratıcı ödevler verdiler ya da ödev tamamen kalktı müfredattan. Çocuğuna dayak atması gerektiği bilgisiyle yetişen bir çocuk, baba olduğunda değişen eğitim sistemine rağmen en iyi bildiği cezalandırma uygulamasını değiştirebilir mi?

Konu gerçekten ödevlerin çok olması mıdır yoksa Doğu toplumlarının çocukla kurduğu cezalandırma usulü terbiye etme yöntemi midir?

Ben sadece düşünürüm ve soru sorarım. Cevapları bulmak karar alıcıların ve toplum mühendislerinin işidir.

Sevgiler,

--

--

Ezgi Bahçetepe
Ezgi Bahçetepe

Written by Ezgi Bahçetepe

"Normal" olmaya aşırı çalışan nevrotik. Boun'21

No responses yet