Bir Dezavantajlılık Diğer Dezavantajı Beraberinde Getirir

Ezgi Bahçetepe
4 min readDec 18, 2020

--

Erken Müdahale dersimizde çok değer verdiğim Hocam hep şunu dile getirirdi “Bir dezavantajlılık bir diğer dezavantajlılığı beraberinde getirir.”

Biz “normal” gibi davradan anormal bir aileyiz. Toksik bir aile sayılmayız fakat tadımızı kaçıran birçok şey yaşarız yine de birbirimize kızarak sarılırız. Yani, küçük bir çocuğun annesinden dayak yemesine rağmen “Anneee…” diye ağlaması gibi bir şey. Ailemizdeki bireylerinin bir tanesi bile normal değil. Konu evdeki engelli birey hakkında olmayabilir bile. Konu biziz, biz sağlamların karar verme yetkisi ve bedellerini ailedeki tüm bireylerin çekmesidir.

Bir anne ve baba düşünün ki geçmişleri çoklu-dezavantajlılıklarla dolu olsun. Babası çocukken ölmüş, köyde bir sürü kardeşle birlikte yoksullukla büyümüş, onların istediği kadınla evlenip bir çocuk sahibi olup boşanmış, büyük depresyonlar geçirmiş, tekrar evlenmiş, babası gibi gördüğü abileri defalarca onu finansal olarak batırmış ve buna rağmen yine de kardeşlerine bağlı kalmış, defalarca iş için şehir değiştirmiş, iki çocuğu daha olmuş ve biri engelli olarak doğmuş bir baba. Şimdi de bir anne düşünün; köyde kalabalık ailede büyümüş ve anne sütünü içememiş, ev işlerinin ve çocuk bakımının sorumluluklarını 5 yaşına geldiğinde almış, sürekli korkutulmuş, bir yanlış anlaşılma üzerine henüz 20 yaşındayken jandarmadan işkence görmüş, yıllarca kardeşlerine bakmış ve annesinin istediği biri ile evde kalmaması için dul bir adamla evlendirilmiş bir anne.

Fakirlik nesiller boyu genlerimize aktarılmış, şansızlık ve kayıp da. Biz bütün dezavantajlılığımıza rağmen varolmak için köpek gibi çalışıyoruz. Yüklerimiz sırtımızda, kamburumuz çıkmış bir şekilde, yaşamdan tat almadan, ruhsuzca ama derinlemesine odaklı olarak yaşıyoruz. Evdeki oğlanlar yani kardeşlerim pek bir kırılganlar, bahtları pek de güzel sayılmaz. Fakat çok güçlüler. Onlarla gurur duyuyorum. Yaptığım mantık yürütmelerine dayanarak, dezavantajlılık, ailedeki bir bireyi muhakkak pas geçmeli. Bu kişi benim. Çünkü hayatın bana vurması için hazırlıksız bir şekilde yaşamıyorum. Çok fazla şey öğrendim bugüne kadar ve öğrenmeye devam edeceğim. İçim çürüse bile ben yolumdan dönmeyeceğim. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeden, hesaplamadan bırakmıyorum işin peşini. Uykularım kaçar, tedirgin ve öfkeli olurum. Belirsizlik ve gri alanlardan nefret ederim.

Peki bunca savunma neden?

Ben şuçlanan, aşağılanan, iftira atılan, utandırılan ve manyak diye etiketlenen bir çocuktum. Tüm bunlara rağmen, soru sormaktan, öğrenme kanalları oluşturmaktan, çabalamaktan ve başkaldırmaktan vazgeçmedim. Kendimi evin içinde güvenli hissetmek için, yani babam ve abim bana iftira atmasınlar, annem beni engelli kardeşimle ilgili olaylarda suçlamasın diye ben her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünürdüm. Bu kontrolcülük, bütün davranışlarıma yansıdı, hatta şu an ruhumun bir parçası.

Ama ben artık çok yoruldum.

Evdeki sevgisizlikten, kavgalardan, sınırlılıklardan… Aşmam lazım, akışına bırakmam lazım. Aldığım bir kararın sonucu benim suçlanmama neden olmamalı artık.

Gelelim neler olduğuna. Babam abimi çok sever, annem de kardeşimi. Beni sürekli olarak “sağlıklı ve normal” olduğum için ilgisizlikleriyle ödüllendirdiler. Ben kardeşlerimi severim. Anne babamın bu eşitsizliği ve üzerime yükledikleri sorumluluklarını sevmiyorum.

Babam işten eve gelir, memnuniyetsiz bir suratla bize bakar. Abimle konuşurken gözleri parıldar. İşim düşer, bir şey isterim; o gün migreni tutmuşçasına bir baş ağrısı yaşar ama yine de yapar çünkü “demesinler ki kızı için yapmadı”. Abim bir şey ister, belki 3 kez ilçe değiştirir onun bir işini halledebilmek için ama yine de yaranamaz, abim “anne” diye annesine gider. Hasretle, sevgiyle yanında olsun dediği oğlu onu tercih etmez. Bizi de görmeye mecburdur, bize katlanır. Sizin babanız, size hiç “Ben size katlanıyorum!” diye bir lütuf cümlesi kurdu mu? Hiç, kendinizi böylesine katlanılamaz bir değersiz yaratık olarak gördünüz mü? Ben gördüm. Yine dışarıdan “karnın tok, sırtın pek; e daha ne istiyorsun?” gibi şımarıklık gibi görülür bütün şavaşlarım. Babam dışarıya iyi görünme çabasıyla evde “arpamızı” eksik etmez, onun kendi deyimiyle, çünkü bizler malız, arpa isteriz.

Bu ailede sağlam olmak cezalandırılır.

Annem ise, beni zaman zaman kardeşimin babası olarak görür. Beni kardeşimin başına gelen her şey için suçlayabilir, beni ona yalan söylediğim için itin götüne sokar, onun istemediği birini sevdiğim için sanki onu aldatmışım gibi yıkılır. İyi de ben annemin kocası değil, kızı olmak isterdim. Bu baba rolünü bana kim verdi? Ben neden almışım bunu? Bütün çocuklara kendilerini korumalarını öğretin. Yoksa psikolojik istismara uğrarlar ve bunun farkına bile varmazlar.

Bu ailede KOCAMAN bir mutsuzluk var. Ya da ben mutsuzum sadece.

Annem kendini öyle kardeşime adadı ki… onun nefes almasından bile onun duygu durumunu anlayabiliyor. Fakat çok ötekileştirildim. Benim de anneme ihtiyacım vardı. Babam ise bizi daha az görmek için işte mesaiye kalırdı, o da yetmezse kahvehanelerde akşam ederdi. Ben, neden 10 yaşında bir kız çocuğu olarak, kardeşimin ateşi 39 oldu diye kahvehaneye gidip babamın başında bekleyip sinirli bir şekilde “Kalk eve gidiyoruz, kardeşim iyi değil” demek zorunda bırakıldım? Neden o masadaki adamlar bana güldü, benimle dalga geçtiler ve ardından kahvehanede kzı başıma bulunmamı ayıpladılar? O anda babama bir yumruk vursaydım eğer, babamın Okey arkadaşları beni orada dövebilirdi. Bu yüzden yalnızca çeketinin cebine asıldım, dikişlerini sökecek kadar bir güç uyguladım. İki ya da üç dikiş patlama sesi ciddiyetimi yeterince iletti sanıyorum ki, kalktı.

Tüm bunlara rağmen, bugün benim bu kardeşim, babamın dibinden ayrılmıyor. Babam, bu kez de ilgili babalık şovuyla “elalemin” takdirini toplarken ben yabani davrandığım için yuhalanıyorum.

Annem ise genç bir kadın olmamı kabullenemiyor. Onun yetiştirdiği kızı olmadığımı iddia ediyor.

BU ESER SİZE AİT :))))

Peki şu an neler oluyor?

Annem bunalımda. Desteksiz kalmaktan muzdarip. Babam ise huzursuz. Kimi zaman rengi kararıyor böyle kömür gibi. Bu bana onun organlarından birinin artık işlevini yitirdiğini düşündürüyor. Herkes hasta bu evde, herkes yorgun, herkes bezmiş hayattan, herkes öfkeli.

Bir de kardeşimin günlük rutinleri var, bir tanesinin yeri bile değişmiyor. Zaman zaman o rutinlerin değişmesi gerekiyor ama anlayışsızlaşıyor öyle anlarda, daha da uzatıyor süreci. Komik yanları da yok değil. Çoğu online görüşmeme istemsizce katılmış, insanların ilgisini çekmiştir.

Bazen diyorum ki, Ezig yeterince güçlüsün, artık kendini sev. Sonra aklıma ailem geliyor; onların bende bıraktıkları derin izler falan. Sevesim kaçıyor, onların gözünden kendime baktığımda hiç içimden gelmiyor kendimi sevmek. Üşeniyorum, çabaya bile değmezim, diye düşünüyorum. Bir kere ben bu ailede neredeyim? Rolüm ne benim? Önce bunları tanımlamam lazım.

Sonra belki,

Belki severim kendimi.

Esirgemem şefkatimi,

Belki gider ruhumdaki boşluk hissi.

--

--

Ezgi Bahçetepe
Ezgi Bahçetepe

Written by Ezgi Bahçetepe

"Normal" olmaya aşırı çalışan nevrotik. Boun'21

No responses yet